İnsan devlet için varsa ona ortaçağ düzeni, devlet insan için varsa ona çağdaş düzen deniyor. Bunu öğrenene kadar Soma Ortaçağında yaşayacağız.

d.kuban

Doğan Kuban/Cumhuriyet

Yayınlanma tarihi: 23 Mayıs 2014 Cuma

Pablo Neruda’nın ‘Residencia en la Tierra’ (Yeryüzü Konutları) adlı kitabındaki bir şiirde ‘çamurlu gök kuşağı’ imgesi var. Bu günlerde çamurlu gök kuşağı bana kirlenmiş bir doğa ve yaşamı, kirli işler yapanları simgeliyor. (Aslında bu şiir seks üzerine yazılmış olağanüstü metaforlarla dolu bir baş yapıt). Trajik ve ilkel bir yozlaşma. Sürüp giden toplumsal bir ortaçağ. Entellektüel bir karanlık, Bu madenler bir uygar insan yapısı olamaz. Bir köstebek ya da kunduz yuvası. Fakat o hayvanların yuvaları kadar da güvenli değil. Belki köstebeklerin de yandaş medyaları vardır.

Gazdan boğulmuş insanların üzerinden sürünerek geçen işçileri dinleyince insan ne düşüneceğini şaşırıyor. Gökkuşağını çamurlu düşünmek ne kadar zorsa, 21.Yüzyılda bu madenleri hayal etmek de o kadar zor. Bir maden düşünün. Yolları tıkanmış İstanbul trafiği gibi. Bu bir Ortaçağ panoramasıdır.

İçinde yaşamağı sürdürdüğümüz uzun Ortaçağ geçtikleri yerde ot bitmeyen atlı göçerlerin Çin’e ve Batıya akınlarıyla başladı. Türkçe konuşan bu atlı göçerler bütün Asya toplumlarıyla karışıp, bin bir şekil değiştirerek, Akdeniz kıyılarına kadar geldiler. Bin yıldır bir Ortaçağda yaşıyoruz. Toplumun çoğunluğunun yaşamı düşünsel ve davranışsal bir ortaçağdır. Kentlileşen genç kuşaklar bugünleri bir ortaçağ karanlığı olarak hatırlayacaklar. Acılı destanlarını yazacaklar.

Eğer bir madende 300-500 değil, 50 kişi bile ölse, bu gelişmemiş bir ortaçağ ülkesi işaretidir. Bunu tartışmak ne ölenleri geri getirir, ne de merhametsizleri yola getirir. Eğer çalışanlar yaşam güvenliklerini sorgulamadan ölüme yatacak kadar muhtaçsalar, eğer 52 milyon kişinin sayımının bir günde yapıldığı bir ülkede 700 kişilik madende ölen sayısı dört günde yapılamıyor , kazanın nedeni öğrenilemiyor ve halktan saklanıyorsa, o ülke çağdaş ve uygar değildir. Bir çok uygar ülkede yıllardır maden kazaları olmuyor. Biz madenlerle birlikte ceset çıkarmayı sürdürüyoruz. Uluslararası istatistikler Türkiye’nin madenlerindeki ölüm sayısı oranı açısından dünyada birinci olduğunu ilan etmişler. Nedeni belli: Köleleştirilmiş İşçi karın tokluğuna ölüme yatıyor. Böyle bir ülkeye kalbimiz yanmasın mı?

 

ORTAÇAĞ CEHALETİ İÇİNDEYİZ

Türkiye’de bu ilkel kötülüklerin temel nedeni hala ortaçağı yaşayan bir toplumun cehaletidir. Kişilerin uygarlığı toplumun uygarlığı değildir. Fakat toplum uygar olursa cahiller de uygarca davranabilirler. Aç gözlülük cehaletle artıyor. Cehalet uygar olamamanın belirleyici işaretidir. Ortaçağ toplumu otokratik, özgür olmayan ve her zaman sömürü içeren bir toplumdu. Vahşi kapitalizm Batılıdır. Ama biz kendi vahşetimizi 1600 yıldır yaşıyoruz. Osmanlı tarihinin bıraktığı köle köylü mirası daha sona ermedi.

Sevgili Okuyucular,

Her gün dinlediğimiz ölüm hikayelerinde toplumu bir ahlaksızlık batağına ve belirsiz bir geleceğe götüren bütün ilişkiler, ve onlara bağlı uygarlık dışı simgeleşmiş klişeler var. Bunlar ortaçağ cehaletinin uzantılarıdır. İnsan yaşamak için doğaya muhtaçtır. Fakat doğa, Aşık Veysel’in dediği kadar yumuşak değil. Kara toprak yerin altında dost değil.

Biz toprak işçilerini, ilkel tarım politikası yüzünden, yerin altına sokmuşuz. Onları tüketim delisi yaparak borç içinde yaşatan bir sömürü toplumuyuz. Toprağın yüzeyinden 400 metre yeraltında kömür çıkarmak sadece muhtaç ve cesur insanların yapacağı bir iştir. Bu iş karşılığı sadece ailelerinin karınlarını doyuruyorlar. Eşlerini, çocuklarını, anne ve babalarını yaşatmak için ölümün gözünün içine bakan bu işçiler kahraman insanlardır. Kimse onlara kahraman demiyor. Onları köleleştirmişler. Oylarını, özgürlüklerini çalmışlar. Karın tokluğuna yerin altına sokuyorlar. Ölüsünü diri diye çıkarıyorlar. Ailesinin nafakasını sağlamak için ölümü göze alanların sömürülme hikayesidir, bütün bınlar.

Bu büyük felakette sömürenin ve ona alet olanların acımasızlığı akıl karıştırıcıdır. Sömürü, otokrasinin bir özelliğidir. Ortaçağda da böyleydi. Toplumun bazı katlarının duyarsızlığı, polislerin davranışları da ortaçağ gösterisidir. Burada muhalefet de, birkaç kişi dışında, insan olarak haykırmadı. Hatta durumun analizini bile yeterince yapmadı. Bu da aynı ortaçağ panoramasını tamamlıyor.

Günümüz teknolojisi maden çıkarmayı güvenlikle yapacak bütün olanaklara sahiptir. Deniz altında binlerce mil giden denizaltılar, evrende dolaşan uydular yapılıyor. Günümüzde elektrik kesilmesi, yangının izole edilememesi, havasızlık sadece plansızlık, ihmal, acımasızlık ve aç gözlülük sonucudur. İnsan yaşamına değer vermemek ortaçağ gelişmemişliğinin simgesidir. Olup bitenlere yeteri kadar tepki göstermemek sömürüldüğünü bile anlamayan bir cehaletin hala egemen olduğunu kanıtlıyor.

 

ORTAÇAĞ DENGESİNİN BOZULMASI

Soma şirketi İstanbul’daki gökdeleni altı kat az yapsaydı çalışan işçilerin yaşamını garantiye alan güvenlik sistemini kurulmaz mıydı? Eğer bu toplumun bir az sağduyusu kaldıysa, binlerce anne babanın, yüzlerce eşin ve binlerce yetim çocuğun acısına hükümet ortak olmalıydı. Bir gökdelen kaç annenin göz yaşına değer? Burada yanıt ‘hiçbir anne’ olsaydı toplum uygar olurdu! Utanç verici ve ilkel olaylar, başka olaylarla da örtüşünce, toplumun bütün umutlarını kırıyor. Toplumun oldukça kalabalık bir kesimi cehalete dayalı iletişim yoksulluğu nedeniyle çağdaş dünya ile ilişki kuramadığı için ortaçağda yaşamağa devam ediyor.

Sevgili Okuyucular,

Düşünmeğe devam edelim. Bizim köylülerimiz 50’ler de köylerden kentlere gelip evlerini bir gecede kurma becerisini gösteriyorlardı. 1960’dan sonra asker-sivil karışımı idareler döneminde nereye yönlendirildiklerini bilemediler. Ortaçağ dengesi bozulmuştu. 2. Dünya Savaşı galipleri dünyayı gütmeğe devam ediyorlar. Sömürdükleri geri kalmışlığı iyileştirmeğe meraklı değiller. Bizim köylü kente indi. Biraz okuma öğrendi. Niteliksiz inşaat işçiliği ile öğretimi karıştırıp kaktüs tarlalarına benzeyen gökdelenli kentler yaptı. 1914 den 100 yıl sonra, ne olduğu belirsiz bir çağdaş – İslam çatışmasında, teknoloji çağına islami kılıf giydirmeğe çalışan garip adamlar ortaya çıktı.

Kentte oturmak ne kentlilik, ne de çağdaşlıktır. Diploma insanı ne bilgili, ne çağdaş, ne de kentli yapar. Çağdaş görünüşlü okulların ve kurumların içi ve kafası ortaçağ müzelerine dönüştü. Ve bazı kişilerin uygar olması toplumun uygarlığı değildir.

1950’den sonra Ortaçağ toplumu- Ordu ikileminde yaşıyoruz. Köylü, çağdaş denileni kente geldiğinde görmeğe başlıyor. Fakat çağdaşı yaşamağa başlaması için çok beklemesi, pek çok değişim geçirmesi gerek. Dünyaya kentte başlayan gençler ise 1600 yıllık ortaçağdan kurtulup çağdaş kentli aşamasına katılıyorlar. Gelecek de onların. Onun için bugünlerde büyük bir değişimin eşiğindeyiz. Eşiğin genişliğini bilemiyorum. Fakat bir şey biliyoruz.

İnsan devlet için varsa ona ortaçağ düzeni, devlet insan için varsa ona çağdaş düzen deniyor.

Bunu öğrenene kadar Soma Ortaçağında yaşayacağız.